SİGORTA HUKUKU SORU VE CEVAPLARI
Sigortacı sorumluluk sigortası ile, sözleşmede aksine hüküm yoksa, sigortalının sözleşmede öngörülen ve zarar daha sonra doğsa bile, sigorta süresi içinde gerçekleşen bir olaydan kaynaklanan sorumluluğu nedeniyle zarar görene, sigorta sözleşmesinde öngörülen miktara kadar tazminat öder. Taşıyanın sınırlı sorumluluk limiti üzerinde sigorta yaptırması mümkündür.
Sigorta, sigortalının işletmesi ile ilgili sorumluluğu için yaptırılmışsa, sözleşmede aksine hüküm yoksa bu sigorta, sigortalının temsilcisi ile işletmenin veya işletmenin bir kısmının yönetiminde, denetiminde ve işletmede çalıştırılan kişilerin sorumluluğunu da karşılar. Bu durumda sigorta bu kişilerin lehine yapılmış sayılır (TTK m. 1473).
Zarar sigortasının amacı malvarlığının aktifinde yer alan azalma veya artma imkânının ortadan kalkması dolayısıyla meydana gelen zararın karşılanması ise, aktif zarar sigortası olarak nitelendirilir. Ev, otomobil, makine, gemi gibi bir mala ilişkin (malik menfaati gibi) menfaatin sigortası, alacak sigortası ve beklenen kârın sigortası, aktif zarar sigortalarıdır.
Zarar sigortası malvarlığının pasifinde meydana gelen artışı teminat altına alıyorsa pasif zarar sigortası olarak nitelendirilir. Kanuni borçlara karşı sigorta (mali sorumluluk sigortaları), akdi borçlara karşı sigorta (reasürans), zorunlu masraflara karşı sigorta (yeni değer sigortası), pasif zarar sigortalarıdır.
Aktif zarar sigortalarında sigortacının ödemekle yükümlü olacağı tazminatın üst sınırını ifade eden sigorta bedeli, sigorta değerine eşit olmalıdır; sigorta değeri ise sigortalanan menfaatin değeridir. Buna karşılık pasif zarar sigortalarında, menfaat değeri yoktur. Zira bir kimsenin kanun ya da sözleşme gereği sorumlu olacağı tazminat ya da bir rizikonun gerçekleşmesi dolayısıyla yapmak zorunda kalacağı masraf miktarını önceden belirlemek mümkün değildir. Bu nedenle pasif zarar sigortalarında sigorta bedelinin sigorta değerine eşit olması ilkesi geçerli değildir. Rizikonun gerçekleşmesi halinde sigortacının ödeyeceği tazminatın üst sınırını belirleyen sigorta bedeli, sözleşen taraflarca serbestçe belirlenir.
Sigorta genel şartları[1], Sigortacılık Kanunun[2] 11/1. maddesinde[3] düzenlenmiştir. Sözleşmenin kurulmasından önce ve birden fazla sözleşme ilişkisinde kullanılmak üzere oluşturulmuştur. Bir sigorta türüne ilişkin genel ve soyut sözleşme düzenini gösteren sözleşme koşullarıdır. Sigortacı tarafından sigorta ettirene değiştirilmeden kabul edilmesi niyetiyle sunulur. Aynı türde birden fazla sözleşmenin akdinde kullanılmak üzere önceden hazırlanmış olan ve sözleşen taraflardan birinin diğer tarafa değiştirilmeden kabul edilmesi niyetiyle sunduğu sözleşme koşullarına “genel işlem şartı” denir. Buna göre sigorta genel şartları, “genel işlem şartları” niteliğindedir.
Anonim şirket şeklinde kurulacak sigorta ve reasürans şirketlerinde:
(1) kurucularının SK’nın 3. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde belirtilen nitelikleri haiz olması[4];
(2) hisse senetlerinin nakit karşılığı çıkarılması ve halka açık anonim şirketlerde halka açık olan kısım hariç olmak üzere tamamının nama yazılı olması;
(3) bir holding bünyesinde faaliyet gösterecek olması halinde, holding şirketinin
finansal durumunun da sigortacılık faaliyetlerini idame ettirmeye yeterli olması
zorunludur.
Sigorta veya reasürans şirketi kuruluş işlemlerinin tamamlanmasından itibaren bir yıl içinde ruhsat başvurusunda bulunmak zorundadır; aksi halde ticaret unvanlarında “sigorta şirketi” veya “reasürans şirketi” ibaresini kullanamazlar[5]. SK m. 5/1 hükmü uyarınca ruhsat vermeye yetkili makam, Hazine Ve Maliye Bakanlığı (Hazine Müsteşarlığı)’dır.
Üyeleri dışındaki kişilerle sigorta sözleşmesi yapmayan kooperatif şeklinde kurulacak sigorta ve reasürans şirketlerinde ise:
(1) mütüel (karşılıklı) sigortacılık yapması;
(2) ortak sayısının ikiyüzden az olmaması;
(3) yöneticilerine herhangi bir ayrıcalık vermemesi zorunludur.
Kooperatiflerin, üyeleri dışındaki kişilerle sigorta sözleşmesi yapabilmesi, bu hususun ana sözleşmelerinde açıkça yer alması şartıyla Müsteşarlığın iznine tâbidir. Kooperatif üyeleri dışındaki kişilerle sigorta sözleşmesi yapılabilmesi için kooperatiflerin sermayelerini, Müsteşarlık tarafından belirlenecek miktara yükseltmesi zorunludur.
SK m. 3/5. b: “Hisse senetlerinin nakit karşılığı çıkarılması ve halka açık anonim şirketlerde halka açık olan kısım hariç olmak üzere tamamının nama yazılı olması…” zorunludur.
Sigorta sözleşmelerinde, sözleşmenin kurulmasından önce, her iki tarafın da birbirlerine bilgi vermeleri gerekmektedir. Sigorta ettirenin ihbar külfetine karşılık sigortacının aydınlatma yükümlülüğü bulunmaktadır. İhbar külfeti sigorta ettirene, aydınlatma yükümlülüğü de sigortacıya aittir.
Sigortacının müşterisini aydınlatması, hukukî niteliği itibariyle bir yükümlülüktür. Bu sonuç, Türk hukuku bakımından hem genel hükümlerde hem de konuya ilişkin çıkarılan “Sigorta Sözleşmelerinde Bilgilendirmeye İlişkin Yönetmelik” (SSBİY)’de sigortacının üzerine düşen hususları yerine getirmemesi, özellikle aydınlatma yükümlülüğüne aykırı davranılması halinde, sigorta ettirene tazminat hakkı veren hükümden (SSBİY m. 7) çıkarılabilmektedir. Söz konusu yükümlülük, Ticaret Kanununda, külfet anlamına gelecek şekilde kullanılmıştır.
Sigortacının aydınlatma yükümlülüğünü ihlal etmesi halinde, sigorta ettirenin fesih hakkını kullanmasıyla, sigorta sözleşmesi geleceğe etkili olarak sona erer. Sigortacının, sigorta ettirenin ihbar külfetini ihlal etmesi sebebiyle sözleşmeden caymasından farklı olarak, sigorta ettirenin fesih hakkı ileriye etkilidir.
Sigorta sözleşmesinin kurulması, kanunen hiç bir şekle tabi tutulmamıştır. Tarafların karşılıklı ve birbirine uygun iradelerini beyan etmeleri ile, yani sözleşen taraflardan birinin kanuna uygun biçimde yaptığı icabın (sözleşme yapma önerisinin) diğer tarafça kabulü ile kurulur TBK m. 1/1). Sigorta sözleşmesinin kurulmasına yönelik irade beyanları da (icap ve kabul) bir şekle tabi değildir; yazılı ya da sözlü, açık ya da örtülü olabilir. Uygulamada sigortacı tarafından hazırlanan ve soru formu veya teklifname olarak adlandırılan belgelerde yer alan soruların yanıtlanması suretiyle icap, çok kere yazılı olarak yapılmaktadır. Bu yöntem, yapılan beyanın icap niteliğinde olup olmadığı ya da kabul beyanının icaba uygunluğu gibi hususlarda ispat kolaylığı sağlaması açısından yararlıdır.
Sözleşme yapma önerisi (icap) genellikle sigorta ettirenden gelirse de sigortacı da öneride bulunabilir. Öneri, sözleşmenin objektif ve subjektif yönden esaslı bütün noktalarını kapsamalı ve karşı tarafın kabulü ile sözleşmenin kurulması arzusunu yansıtmalıdır. Sigortalanacak menfaat ve riziko durumu hakkında sigortacıya bilgi vermek ve hangi koşullarla teminat elde edilebileceğini öğrenmek amacıyla soru formu veya teklifname doldurulması öneri değil, öneri yapılmasına davettir.
Kabul beyanı da kanunen bir şekle tâbi değildir; kabul iradesi açıkça veya örtülü olarak (zımnen) beyan edilebilir. Sigortacının poliçe düzenleyip vermesi, poliçe sözleşme önerisine (icaba) uygun ise, açık kabul teşkil eder; aksi halde düzenlenen poliçe kabul değil, sözleşme önerisidir. Sigortacının poliçe düzenleyip vermeden sigorta primini talep ya da tahsil etmesi ise zımnî kabuldür. Ancak, sigortacı talep etmeden sigorta primi olarak sigortacının hesabına para yatırılması zımnî kabul anlamına gelmez. Teklifnamenin verilmesi sırasında ödeme yapılmış olması, diğer bir anlatımla bir miktar paranın sigortacı veya acentesi tarafından tahsil edilmiş olması, kabul niteliğinde değildir; zira teklifnamenin verilmesi sırasında yapılan ödemeler, sözleşmenin yapılmasından sonra prim olarak kabul edilir veya ilk prime sayılır; sözleşme yapılmadığı takdirde, kesinti yapılmadan, faiziyle birlikte geri verilir (TTK m. 1405 / 2).
Kural olarak susma irade beyanı değildir; bir sözleşme önerisine cevap vermeyen (susan) muhatap, öneriyi kabul etmiş sayılmaz. Ancak TBK’nun “örtülü kabul” başlıklı 6. maddesinde “Öneren, kanun veya işin özelliği ya da durumun gereği açık bir kabulü beklemek zorunda değilse, öneri uygun bir sürede reddedilmediği takdirde, sözleşme kurulmuş sayılır” hükmü getirilmiştir. Buna göre bir kanun hükmü, işin özelliği ya da durumun gereği açık kabulün zorunlu olmadığı hallerde önerinin uygun bir sürede reddedilmemiş olması (susma) kabul hükmündedir.
SK m. 11 / 2 hükmünde “hayat sigortalarına ilişkin sözleşmelerin yapılmasına dair teklifnamenin sigorta şirketine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde sigorta şirketi tarafından reddedilmemesi halinde sigorta sözleşmesi yapılmış olacağı” öngörülmüştür. Buna göre sigortacının, teklifnamenin kendisine ulaştığı tarihten itibaren otuz gün içinde sözleşme yapma teklifini reddetmemesi (susması), kabul hükmündedir. Ancak SK’nun hayat sigortaları ile sınırlı bu düzenlemesi, TTK m.
1405 / 1 hükmü ile değiştirilmiş olup, söz konusu hüküm hayat sigortalarına da uygulanır. TTK m. 1405 / 1 hükmüne göre “sigorta sözleşmesi yapmak isteyen kişinin sözleşmenin yapılması için verdiği teklifname, teklifname tarihinden itibaren otuz gün içinde reddedilmemişse, sigorta sözleşmesi kurulmuş sayılır.” Madde gerekçesinde yapılan açıklamadan “teklifname tarihi” ile teklifnamenin verildiği tarihin kastedildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla otuz günlük sürenin başlangıcı, teklifname üzerinde yazılı tarih değil, sigortacı veya onun (aracı ya da sözleşme yapmaya yetkili) acentesi tarafından teklifnamenin alındığı tarihtir.
Türk Ticaret Kanunu’nun 1431/1’inci maddesine göre, sigortacı, Sigorta priminin tamamının, taksitle ödenmesi kararlaştırılmışsa ilk taksidin, sözleşme yapılır yapılmaz ve poliçenin teslimi karşılığında ödenmesi gerekir. Karada ve denizde eşya taşıma işlerine ilişkin sigortalarda sigorta primi, poliçe henüz düzenlenmemiş olsa bile, sözleşmenin yapıldığı anda ödenir.
Dolayısıyla ilk taksit ödenmeden sigortacının himaye borcu başlamaz.
Sözleşme görüşmelerinden doğan sorumluluk (culpa in contrahendo), sözleşmenin kurulmasından önceki safhada görüşmecilerden birinin veya yardımcılarının diğer görüşmeciye veya onun koruma alanında bulunan kişilere, aralarında dürüstlük kuralına dayalı olarak kurulmuş bulunan sözleşme benzeri güven ilişkisine aykırı davranarak vermiş olduğu zararlardan sorumluluktur. Sözleşme kurulmadan önceki safhada taraflar arasında meydana gelen güven ilişkisi sigorta sözleşmelerinde de taraflara, diğer tarafı sözleşmeyi kurmak veya belirli şartlarda kurmak konusunda karalarını etkileyebilecek noktalar hakkında aydınlatmak, birbirlerinin kişilik ve malvarlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermek, koruyucu tedbirler almak yükümlülüğü yüklemektedir.
Sigortacının sigorta sözleşmesinin kurulmasına yönelik her türlü talebi hızlı şekilde değerlendirme ve karara bağlama yükümlüğü söz konusu değildir. Bu sebeple, sigorta başvurusunun değerlendirilmesindeki gecikme nedeniyle ortaya çıkan zarar nedeniyle sigortacıyı culpa in contrahendodan dolayı sorumlu tutmak her zaman mümkün olmayacaktır. Sigorta ettirenin başvurusunun hızlı değerlendirilmesi arzusunun fark edilebilir olması da, sigortacının normal ve olağan değerlendirme süresini kısaltarak hızlı bir şekilde karar verme yükümlülüğünü doğurmayacaktır. Ancak, sigortacının, sigorta ettirenin şahsında sigorta başvurusunu kabul edeceği şeklinde bir intiba uyandırması halinde, sigorta başvurusunu hızlı bir şekilde değerlendirme yükümlülüğü söz konusu olacaktır. Sigorta ettirenin mevcut sigorta ilişkisini kendisi nezdinde yeni bir sigorta sözleşmesinin akdi için talep bulunduğu sigortacının herhangi bir etkisi olmaksızın feshetmesi halinde, sigortacının sigorta başvurusunu normal prosedürden daha hızlı bir şekilde değerlendirme yükümlülüğünden söz edilemeyecektir.
Buna karşılık, sigorta şirketinin değiştirilmesine sigortacının sebebiyet vermesi halinde, sigortacı, mevcut sigorta sözleşmesinin sona ermesi ile kendisi nezdinde sigorta himayesi elde etmesi arasında koruma boşluğu oluşmamasının ancak zamanında geçici sigorta himayesi başvurusunda bulunması ve bu başvurunun kendisi tarafından kabulüyle mümkün olabileceği hususunda sigorta ettirene hatırlatma yapmakla yükümlüdür. Sigortacı, sigorta ettiren karşısında söz konusu aydınlatma yükümlülüğünü yerine getirmezse, sigorta ettirenin zamanında yaptığı başvurusunu, normal prosedürden daha hızlı bir şekilde incelemekle yükümlü olur. Bu yükümlülüğün ihlali de onun “culpa in contrahendo” sorumluluğunu doğurur. Sigorta ettirenin icapla bağlılık süresi bitmeden önce, sigorta şirketinin ilgili biriminde talebi kabul edilmiş veya kabul edilmesi gerektiği doğrultusunda görüş beyan edilmiş; fakat sigorta ettirene kabul beyanı açıkça bildirilmeden veya poliçe gönderilmeden önce rizikonun gerçekleşmiş olması hali de sigortacının culpa in contrahendodan sorumluluğunu gündeme getirmeyecektir. Buna karşılık, sigorta başvurusunda bulunan kişinin, icapla bağlılık süresi sona ermeden önceki bir tarihi sigortanın başlangıcı olarak öngörmesi durumunda, sigortacı veya acentesi, geçici sigorta himayesinin sağlanmasının mümkün ise, bu imkâna işaret etmekle yükümlü olur. Sigortacının anılan yükümlülüğünü yerine getirmemesi, akit öncesi kusuru olup, onun culpa in contrahendodan sorumluluğunu meydana getirecektir.
(Kemal ŞENOCAK, http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/11_13.pdf)
Sigorta ettiren, sigorta sözleşmesi ile kendi menfaatini ya da üçüncü bir şahsın menfaatini sigorta ettirebilir. Sigorta sözleşmesi ile teminat altına alınan menfaat sigorta ettirene ait ise, “kendi hesabına sigorta”, sigorta ettirenden başka bir şahsa ait ise “başkası lehine sigorta” söz konusudur.
Bir sigorta sözleşmesi, kısmen kendi hesabına, kısmen başkası hesabına sigorta şeklinde de yapılabilir. Kendi hesabına sigortada sigorta ettiren aynı zamanda sigortalıdır. Üçüncü kişi lehine sözleşme niteliğindeki başkası hesabına sigortada sözleşmeden doğan haklar, menfaati sigortalanan şahsa (sigortalı) aittir; fakat prim borcunun borçlusu, sigorta sözleşmesinin tarafı olarak sigorta ettirendir.
Sigorta sözleşmesinin temsilen akdedilmesi ve sonuçları ile temsil yetkisi genel hükümlere (TBK m. 40 vd.) tâbi olup, bu hususta sigorta sözleşmesini diğer sözleşmelerden ayıran bir özellik ya da farklılık söz konusu değildir. Bununla birlikte, TTK’nun 1406 ve 1407. maddelerinde sigorta sözleşmelerinin temsilci vasıtasıyla akdedilmesi hakkında düzenleme getirilmiştir. Buna göre bir kişi, diğer bir kişinin adına onu temsilen sigorta sözleşmesi yapabilir. Başkasının adına yapıldığı anlaşılmayan veya yetkisiz yapılan sözleşme, menfaati bulunması şartıyla, temsilci adına yapılmış sayılır (TTK m. 1406 / 3)
Bir kimse yetkisi olmadığı halde temsilci olarak başkası adına bir hukuki işlem yaparsa, bu işlem, onaması (icazet vermesi) halinde temsil olunanı bağlar (TBK m. 46 / 1). TTK m. 1406 / 2 hükmünde de “adına sigorta sözleşmesi yapılan kişinin, rizikonun gerçekleşmesinden önce veya TTK m. 1458 hükmü saklı kalmak üzere, riziko gerçekleşince de sözleşmeye sonradan icazet verebileceği” öngörülmüştür. TTK m. 1458 hükmüne göre sözleşmenin yapılması sırasında sözleşme konusu rizikonun gerçekleştiği sigortacı, sigorta ettiren veya sigortadan haberi olmak şartıyla sigortalı tarafından biliniyorsa, sözleşme geçersizdir. Şu halde adına sigorta sözleşmesi akdedilen kişi (sigorta ettiren), sözleşmenin akdedildiği anda sözleşme konusu rizikonun gerçekleştiğini biliyorsa temsil yetkisi eksikliğini giderici icazet ile sözleşmeyi geçersiz olmaktan kurtaramaz. Başkası lehine sigortada (TTK m. 1454) sadece sigorta ettirenin (adına sigorta sözleşmesi yapılan kişinin) değil, sigortalının da sözleşmenin yapıldığı sırada sözleşme konusu rizikonun gerçekleştiğini bilmemesi şarttır; aksi halde sigorta ettiren riziko gerçekleştikten sonra icazet veremez.
TBK m. 47 / 1 hükmüne göre temsil olunanın açık veya örtülü olarak yetkisiz temsilcinin yaptığı hukuki işlemi onamaması halinde ise bu işlemin geçersiz olmasından ileri gelen zararın giderilmesi yetkisiz temsilciden istenebilir. Ancak TTK m. 1406 / 1 hükmünde “başkası adına sözleşme yapan kişi (temsilci) yetkisiz ise, ilk sigorta döneminin primlerinden sorumlu olacağı öngörülerek TBK m. 47 hükmünden farklı bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre yetkisiz temsil olunanın sözleşmeye icazet vermemesi ya da vermesinin mümkün olmaması halinde sigortacı, sigorta sözleşmesinin geçersiz olması yüzünden bir zarara uğramış olmasa ya da daha az zarara uğramış olsa dahi, yetkisiz temsilci ilk sigorta dönemi primini ödemekle yükümlüdür. TTK m. 1406 / 1 hükmünde yetkisiz temsilcinin sorumluluğu ilk sigorta dönemi primi ile sınırlandırıldığından, sigortacı daha fazla zarara uğramış olsa dahi, bu zararını yetkisiz temsilciden talep edemez. Yetkisiz temsilci, sigorta sözleşmesi akdettiği sırada sigortacının kendisinin yetkisiz olduğunu bildiği ya da bilmesi gerektiğini ispat ederse, ilk dönem primini ödemekten kurtulur (TBK m. 47/1).
TTK m. 1407 hükmünde “sigorta ettiren tarafından, sigorta şartlarıyla ilgili herhangi bir talimat verilmemişse, temsilcinin sigorta sözleşmesini, sözleşmenin yapıldığı yerdeki mutat şartlara göre yapacağı” öngörülmüştür. Bu maddede yer alan “sigorta ettireceği yerdeki” ifadesi, temsilcinin bulunduğu veya faaliyet gösterdiği yer olarak anlaşılabileceği gibi, teminat altına alınacak menfaatin ilişkin olduğu şeyin bulunduğu yer olarak da anlaşılabilir. Ancak, teminat altına alınacak menfaat bakımından böyle bir yer tespiti her zaman mümkün olmayabilir. Bu nedenle temsil ilişkisinden aksi anlaşılmadıkça temsilcinin sigorta sözleşmesini ikamet ettiği ya da faaliyet gösterdiği yerde akdedeceği dikkate alınarak, “sigorta ettireceği yer” ifadesinin temsilcinin bulunduğu veya faaliyet gösterdiği olarak anlaşılmalıdır.
Kimin olacaksa onun hesabına sigorta, sözleşme yapılırken menfaati sigorta edilen kişinin belirlenmediği sigortadır (TTK. m. 1454/3)3. Bu tür sigortalarda, sigorta konusu menfaat belirli olmakla birlikte, menfaatin sahibi belirsizdir. Özellikle sigorta konusu menfaatin sahibinin bilinmediği hâllerde bu sigortaya başvurulur. Örneğin, sigorta konusu mal üzerindeki mülkiyet hakkının ihtilaflı olduğu durumlarda, uyuşmazlık dönemi içinde söz konusu malı sigorta güvencesi altında korumak için bu yola başvurulur. Bunun gibi, bir ardiyecinin deposunda bulunan kendisine ve müşterilerine ait malları birlikte sigorta ettirmesi hâlinde de kimin olacaksa onun hesabına sigorta söz konusudur.
Fabrikası, adı geçen şirket adına davacı tarafından ihale birim fiyatı 341.810.000 lira üzerinden bütün muhataralara karşı sigorta edilmiştir. TTK.nun 1269 ve 1270. maddeleri hükümlerine göre “temsilen sigorta” akdi mümkündür. Davacı müteahhidin inşaat üzerinde kesin kabule kadar dolayısıyla menfaat ilişkisi bulunmamaktadır. Sigorta poliçesinin, inşaat sözleşmesinin bir gereği olarak akdolunması, TTK.nun 1270/2. maddesi hükmüne uygun bir şekilde tasvip edilmiş olması sonucunu doğuracağından, rizikonun gerçekleşmesi hâlinde dava hakkının da akit durumunda olan davacıya intikal ettiğinin kabulü icabeder
Kimin olacaksa onun hesabına yapılan bir sigortanın, başkası hesabına yaptırıldığı anlaşılırsa başkası hesabına sigorta hükümleri tatbik olunur (TTK. m. 1454/3).
Sigorta sözleşmesinin yapılması anında, sigortalanan menfaat mevcut değilse, sigorta sözleşmesi geçersizdir. Sözleşmenin yapıldığı anda varolan menfaat, sözleşmenin süresi içinde ortadan kalkarsa, sözleşme o anda geçersiz olur. 1470 inci madde hükmü saklıdır (TTK m. 1408).
Aktif zarar sigortalarında sigortacının ödemekle yükümlü olacağı tazminatın üst sınırını ifade eden sigorta bedeli, sigorta değerine eşit olmalıdır; sigorta değeri ise sigortalanan menfaatin değeridir.
Müşterek Sigorta, birden çok sigortanın bir şeklidir. İki veya daha çok sigortacı, aynı menfaati, aynı rizikoya karşı, aynı süre için sigorta ederlerse birden çok sigorta söz konusu olur (Bkz. Bozer, s. 94). Sigortalıya üzerinde müşterek sigortaya katılan sigorta şirketlerinin katılım paylarının ve imzalarının bulunduğu tek bir poliçe verilebileceği gibi ayrı ayrı poliçelerde düzenlenebilir.
Müşterek sigortada kural olarak, sigorta bedeli sigorta değerine eşittir (:Tazmin ilkesi/Zenginleşme yasağı). Bazı hallerde sigorta bedeli sigorta değerini aşabilir. Aynı tarihte yapılan müşterek sigortada, eğer sigorta bedellerinin toplamı sigorta değerini aşıyorsa, aşkın kısım geçersiz sayılır. Her bir sigortacı, sigorta bedellerinin toplamına göre kendi sigorta ettiği bedel nispetinde sorumlu olur (Katkı esasına göre geçersizlik). Örnek: 400.000 TL’lik bir ev yangına karşı (A) sigortacısı tarafından 300.000, (B) sigortacısı tarafından da 300.000 liraya müştereken sigorta edilmiş olabilir. Yangın sonucu tam ziya halinde, (A) 200.000, (B) 200.000 Lira ödemek durumundadır (TTK. m. 1285). Sigorta bedelinin geçersiz kısmına tekabül eden primlerin iadesi gerekir (TTK. m. 1283 kıyasen). Kısmi hasar halinde de aynı ilkenin uygulanması gerekir (Bkz. Bozer, s. 197 vd.).
Reasürans akdi, devreden sigortacının akdi borçlarına karşı bir sigortadır. Bu niteliği itibariyle reasürans bir pasif sigortasıdır. Pasif sigortalarında, sigortacı, sigorta ettirenin mal varlığında bazı pasiflerin ortaya çıkması veya mevcut pasiflerin artması suretiyle uğrayacağı zararları temin eder. Pasif sigortası, gerçek ve somut zararın ödenmesini hedef alan zarar sigortalarının bir türüdür (Bkz. Kender, s. 140, Viret, s. 150, 151, Karayalçın, s. 33;). Bir fikre göre ise reasürans akdinin hukuki niteliği pasif sigortası çerçevesinde yer alan bir masraf sigortasıdır (Bkz. Fontaine, s. 358-359).
Müşterek sigorta, bir rizikonun muhtelif sigortacılar arasında paylaşılması olup, her bir sigortacı rizikonun belirli bir kısmını temin eder. Örnek: 500.000 lira değerinde bir ev, yangına karşı, (A) sigorta şirketince 200.000 lira, (B) sigorta şirketince 200.000 lira, (C) sigorta şirketince de 100.000 liraya sigorta edilmişse, ev tamamen yandığında, her üç şirket de üzerine aldığı miktarı sigortalıya ödeyecektir (Bkz. TTK. m. 1285). Müşterek sigorta, genellikle büyük rizikoları karşılamak üzere yapılır. Örnek: Büyük uçakların, gemilerin, fabrikaların, atom reaktörlerinin, petrol rafinerilerinin, çevre kirliliğinin, uzay rizikolarının sigorta edilmesinde olduğu gibi (Bkz ve Karş. Karayalçm, s. 68; Lefebvre, s. 92).
Müşterek sigorta akdinde, sigortacıların “müteselsilen” sorumlu olacakları kaydı konabilir. Bu takdirde, sigorta ettiren kimse, uğradığı zarardan fazla bir para talep edemez. Sigortacılardan her biri yalnız kendi mukavelesine göre ödemekle mükellef olacağı bedel kadar sorumlu olur. Ödemede bulunan sigortacının diğer sigortacılara karşı haiz olduğu rücu hakkı, sigortacıların, sigortalıya mukavelelere göre ödemeye mecbur oldukları bedeller nispetindedir (Bkz. TTK. m. 1285/f.2). Örnek: 2.000.000 lira değerindeki bir ev, yangına karşı, (A) sigorta şirketine ve (B) sigorta şirketine 2.000.000 TL’ye sigorta edilsin. Ev tamamen yandığında, 2.000.000 TL’yi ödeyen müteselsil sigortacılardan (B) şirketi, (A) şirketine % 50 nispetinde rücu ederek, ödediği meblağın 1.000.000 TL’sini ondan tahsil edebilir (Bkz. Kender, s. 246). Müteselsil koasüransın uygulanmasına arızi olarak rastlanmaktadır. Sigortacılar arasında teselsülün olmaması koasüransın hedef aldığı amaçlara uygun düşer. Zira, koasüransta amaç tek bir sigortacı için taşınması zor olan büyük bir rizikonun diğerlerine dağıtılmasıdır (Bkz. Fontaine, s. 353);(Deniz Sigortaları bakımından bakınız ve karşılaştırınız TTK. m. 1346).
Müşterek sigortanın en gelişmiş ve en çok uygulanan şekli, sigorta ettirenin, muhtelif sigortacılara birlikte müracaat ederek, hepsinin imzasını kapsayan, tek bir poliçe (:kolektif poliçe) düzenlettirmesidir. Bu poliçe çerçevesinde, her bir sigortacının rizikonun ne miktarım üzerine aldığı bir nispet/oran dahilinde ifade olunur. Her bir sigortacının payının eşit olması gerekmez. Diğer akdi ve kanuni şartlar tüm sigortacılar için aynıdır (Bkz. Damcı, s. 89, Lefebvre, s. 92; Lambert-Faivre, s. 45). Bu tip müşterek sigortada, sigorta paylarının/oranlarının toplamı (:sigorta bedeli) sigorta değerine eşit olursa, buna Belirli/Muayyen Koasürans (:Co-assurance déterminé/ veya de quotité) denmektedir (Bkz. Jacob, s. 195).
Müşterek sigortada, sigorta ettirenle müşterek sigortacılar arşındaki ilişkileri kolay ve süratli bir şekilde düzenlemek bakımından sigortacılardan biri ortak temsilci/vekil (:jeran, aperitör) tayin edilebilir ve genelde de edilmektedir. Sigorta akdinin kuruluşu, poliçenin kesilmesi, tevdii, primlerin tahsili, tazminatın ödenmesi gibi işlemler bu sigortacı tarafından yürütülür (Bkz. Lambert-Faivre, s.45, Karş. Fontaine, s. 353 vd., Ulaş, s. 115). Ortak temsilci/vekil sigortacının, davalarda, koasüransı temsil bakımından aktif ve pasif dava ehliyetinin bulunduğu kabul edilmektedir (Bkz ve Karş. Pechinot (Lamy/Assurances No: 3145,3146)). Ortak temsilci/vekil sigortacıya karşı kesilen zamanaşımı, diğer müşterek sigortacılar bakımından da kesilmiş sayılır. Tazminatın tamamının ödenmesi bakımından zarar gören üçüncü şahsın ortak temsilci/vekil sigortacıya karşı doğrudan doğruya dava hakkı vardır ( Lefebvre, s. 92). Müşterek sigortanın en eski ve en az uygulanan şeklinde ise, her bir sigortacının kendi payını temin eden ayrı bir poliçe vermesi söz konusudur (Bkz. Damcı, s. 89).
Sorumluluk sigortalarında zarar gören üçüncü şahıs, kural olarak doğrudan sigortacıya karşı zararın tazmin edilmesini talep ve dava hakkına sahip değildir; zarar sorumlusu sigortalıdan talepte bulunabilir. Ancak zarar gören üçüncü şahsa, kanun veya sigorta sözleşmesi ile doğrudan sigortacıya başvurma hakkı tanınabilir. Bu durumda zarar gören, doğrudan sigortacıya başvurup sigorta tazminatının kendisine ödenmesini talep edebilir. TTK’nun 1478. maddesinde yer alan “Zarar gören, uğradığı zararın sigorta bedeline kadar olan kısmının tazminini, sigorta sözleşmesi için geçerli zamanaşımı süresi içinde kalmak şartıyla, doğrudan sigortacıdan isteyebilir” hükmü ile tüm sorumluluk sigortalarında zarar görene doğrudan dava hakkı tanınmıştır. KTK m. 97 ve 100 hükümlerine göre de (zorunlu ya da ihtiyari) trafik sigortasında zarar gören doğrudan sigortacıya karşı talep ve dava hakkına sahiptir.
Sorumluluk sigortaları hakkında (TTK m. 1473–1486) düzenleme getirilmiştir.
Sigorta hukukunda, tazminatı sınırlandıran üç kavram vardır: sigorta değeri-sigorta zararı ve sigorta bedeli
Sorumluluk Sigortalarında Birden Çok Sigorta Hükümlerinin Uygulanabilirliği Hakkında Genelge (2013/6)
Sigortanın zenginleşme aracı olarak kullanılmasını engellemek amacıyla düzenlemeye tabi tutulan birden çok sigortaya ilişkin hükümler, Türk Ticaret Kanununun 1465 ve müteakip maddelerinde yer alır. Birden çok sigortaya ilişkin şartların düzenlendiği Türk Ticaret Kanununun 1465. maddesi uyarınca birden çok sigortadan bahsedebilmek için aynı menfaatin, aynı rizikolara karşı, aynı süre için, birden çok sigortacıya aynı veya farklı tarihlerde sigorta ettirilmiş olması gerekir. Bu durumda risk gerçekleştiğinde sigorta ettirene sigorta bedelinden daha fazlası ödenmez.
Kanunda “birden çok sigorta” türleri; 1466. maddede müşterek sigorta, 1467. maddede çifte sigorta ve 1468. maddede de kısmi sigorta şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddelerden de anlaşılacağı üzere birden çok sigortaya ilişkin hükümlerin uygulanabilmesi öncelikle belli bir sigorta bedeli olan menfaat söz konusu olmalıdır. Nitekim Türk Ticaret Kanunu’nun Sigorta Kitabı’nın sigorta türlerine ilişkin özel hükümlerin incelendiği İkinci Kısmının Birinci Bölümü’nde zarar sigortaları; mal sigortaları ve sorumluluk sigortaları şeklinde ikiye ayrılmış ve birden çok sigortaya ilişkin hükümlere de mal sigortalarıyla ilgili bölümde yer verilmiştir. Türk Ticaret Kanununun sorumluluk sigortalarına uygulanacak hükümleri düzenleyen 1485. maddesinde ise sorumluluk sigortalarına genel hükümlerle birlikte birden çok sigortadan müşterek sigortanın düzenlendiği 1466/I. maddenin uygulanabileceği hüküm altına alınmıştır.
Söz konusu düzenlemeler karşısında;
Müşterek sigortaya ilişkin hükümlerin uygulanamadığı durumlarda;
Zarar herhangi bir sigortacı tarafından karşılandığı ölçüde diğer sigortacıların, sigortalı ya da zarar görenlere karşı sorumluluğu ortadan kalkar.
4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanununun 19. maddesine göre meydana gelen zarar öncelikle taşımacının sorumluluk sigortasından karşılanır. Bu sorumluluk sigortası ile karşılanamayan zararlar için 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yapılması zorunlu olan malî sorumluluk sigortasına müracaat edilir.
Hak sahiplerinin çokluğu ve zorunlu malî sorumluluk sigortası
Madde 19 - Hak sahiplerinin tazminat alacakları, sigorta sözleşmesinde öngörülen teminattan fazla ise hak sahiplerinden her birinin sigortacıya karşı yöneltebileceği tazminat talebi, teminat tutarının tazminat alacakları toplamına olan oranına göre indirime tâbi tutulur. Başka tazminat taleplerinin bulunduğunu bilmeksizin hak sahiplerinden birine veya birkaçına kendilerine düşecek olandan fazla ödemede bulunan iyiniyetli sigortacı, yaptığı ödeme çerçevesinde diğer hak sahiplerine karşı da borcundan kurtulmuş sayılır. Meydana gelen zarar öncelikle taşımacının sorumluluk sigortasından karşılanır. Bu sorumluluk sigortası ile karşılanamayan zararlar için 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yapılması zorunlu olan malî sorumluluk sigortasına müracaat edilir.
Sigorta sözleşmesinin feshedilmesi halinde, o ana kadar doğmuş bulunan haklar ve borçlar geçerliliğini korur. Tarafların o ana kadar yapmış olduğu edimler iade edilmemesine karşılık, geleceğe ilişkin yapmış oldukları ödemeler geri alınabilir. Bu noktada önemli olan sigorta ettirenin, sözleşmenin sonuna kadar olan prim borcunu peşin ödemiş olması halinde, fesih beyanının sigortacıya ulaşmasına kadar geçen süre için işleyen primin düşülmesiyle bulunacak kısmın iadesini talep edebilmesidir. Buna karşılık, sözleşmenin feshedilmesine kadarki sürenin bedeli olan primlerini geri alamaz. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz üzere, fesih hakkının kullanılması ileriye etkili sonuçlar doğurur. Sigortacı ise, sözleşmenin kurulması halinde sigorta ettirene bir şey vermemekte, sadece onun somutlaştırdığı rizikosunu üzerine almakta ve taşımaktadır. Sigortacı, riziko gerçekleşinceye kadar sigorta ettirene somut bir şey vermediği, sadece karşı tarafın rizikosunu üstlendiği için, fesih halinde iade yükümlülüğü bulunmamaktadır.
Prim,
Sigortacılık tekniğinin temel ilkesi, aynı veya benzer rizikolara maruz mümkün olduğu kadar çok sayıda şahsın bir araya toplanması ve bunlardan tahsil edilecek primlerin, rizikonun gerçekleşmesi halinde yapılacak ödemeleri karşılayacak şekilde düzenlenmesidir. Bunun için, öncelikle rizikoların gerçekleşme oranının gerçeğe en yakın şekilde tespit edilmesi şarttır. Belirli bir rizikonun gerçekleşme ve zarara sebebiyet verme adedi ile ortaya çıkan zarar miktarı hakkındaki istatistikî veriler esas alınarak ihtimal hesabı yapılmakta ve bu rizikonun gelecekte bir zaman içinde ve belirli sayıda kişiler bakımından gerçekleşebilme oranı tespit edilebilmektedir. İstatistikî veriler, ne kadar çok sayıda olaya (aynı veya benzer koşullar altında gerçekleşen rizikoya) dayanıyorsa, ihtimal hesabı o kadar gerçeğe yakın sonuç verir (Büyük Sayılar İlkesi). Rizikonun gerçekleşme oranına göre bu rizikonun sigortalanması karşılığında ödenecek bedel (sigorta primi) hesaplanmaktadır. Dolayısıyla sigortacılık, tesadüfe ya da şansa bağlı bir faaliyet değildir. Sigortacılığın bilimsel ve teknik esaslara dayalı bir faaliyet oluşu, sigortayı (kumar, piyango, bahis gibi) şansa bağlı işlemlerden kesin olarak ayırır.
Zorunlu sigorta, kanunen yapılması zorunlu olan sigortalardır. Sigortanın isteğe bağlı olması esastır; ancak bazı sebeplerle bazı sigortaların yapılması zorunluluğu getirilmektedir. Örneğin Karayolları Trafik Kanunu’nda araç işletenlerin bu Kanun hükümleri gereğince üçüncü şahıslara karşı doğacak sorumluluklarını belirlenen hadde kadar sigorta ettirmek zorunda oldukları öngörülmüştür. Yapılması zorunlu olan sigortalarda zorunluluk sadece sigorta ettirenler bakımından değil, sigortacılar bakımından da söz konusudur. Bu nedenle sigorta şirketleri, zorunlu sigorta yapma tekliflerini reddedemez. Zorunlu sigortalarda uygulanacak tarife ve talimatlar ile sigorta primleri Bakanlık tarafından tespit edilir ve Resmi Gazete’de yayımlanır.
Sigorta sözleşmesinin yapılmasında isteğe bağlılık esastır. Ancak kamu yararı, ekonomik ve sosyal gereklilik bulunması, zarar görenlerin korunması gerekliliği gibi sebeplerle bazı sigorta sözleşmelerinin akdi zorunlu kılınır. Sigorta sözleşmesi akdedilmesinin zorunlu kılınması Anayasa’nın 48. maddesinde düzenlenen sözleşme özgürlüğünün sınırlandırılmasıdır. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca temel hak ve özgürlükler, özüne dokunulmaksızın, ilgili maddede öngörülen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlandırılabilir. Anayasanın kanunla düzenlenmesini emrettiği konularda idareye kanunla dahi olsa genel ve sınırları belirsiz düzenleme yetkisi verilemez; verilmesi, Anayasa’nın 7. maddesine aykırı olarak TBMM’ne ait yasama yetkisinin devri niteliğindedir. Ancak SK m. 13 hükmünde Bakanlar Kurulunun, kamu yararı açısından gerekli gördüğü hallerde zorunlu sigortalar ihdas edebileceği öngörülmüştür. Bu hüküm Anayasa’nın 7. maddesine aykırıdır. Öte yandan Türk hukukunda mevcut bazı zorunlu sigortalar Bakanlar Kurulu tarafından dahi ihdas edilmemiştir. Bazı kamu tüzel kişileri kendi görev alanlarını ilgilendiren konularda sahip olduğu düzenleme yapma yetkisine dayanarak çıkardığı yönetmeliklerle (deniz yolu yolcu taşımacılığı sorumluluk sigortası, deniz alacakları sigortası, sigorta acenteleri ile sigorta ve reasürans brokerleri mesleki sorumluluk sigortası gibi) zorunlu sigortalar ihdas etmektedir. Bu durum, sadece Anayasanın 13. maddesine değil, SK m. 13 / 1 hükmüne de aykırıdır[6].
Tehlikeli maddeler ve tüpgaz zorunlu sorumluluk sigortası, Otobüs Zorunlu Koltuk Ferdi Kaza Sigortası (Zorunlu Deprem Sigortasına Dair KHK, Yapı Denetimi Hakkında KHK, Tehlikeli Maddeler ve Tüpgaz Zorunlu Sorumluluk Sigortasına İlişkin 14.9.1991 tarih ve 91 /2253 sayılı BKK (RG. 25.9.1991 – 21002), Otobüs Zorunlu Koltuk Ferdi Kaza Sigortasına İlişkin 25.10.1989 tarih ve 89 / 4684 sayılı BKK (RG. 3.11.1989 –20331)
Düzenleyen ile kullananın aynı kişi olması gerekmediği gibi GİK’in kamusal bir makam tarafından onaylanmış veya hazırlanmış olması da GİK niteliğini ortadan kaldırmaz. Örneğin Sigortacılık Kanunu m. 11/1 uyarınca sigorta genel koşullarının Hazine Ve Maliye Bakanlığı (Hazine Müsteşarlığı)nca düzenleniyor olması ve bütün sigorta şirketlerinin bunları kullanmak mecburiyetinde olması bu hükümlerin daha sonra yargısal yoldan denetlenmesini engellemez. Alman Federal Mahkemesi de uluslararası bir kuruluş olan IATA (International Air Transport Association) tarafından hava yolu trafiğinde uygulanmak üzere bütün üyelerine tavsiye edilen koşulları genel işlem koşulları olarak değerlendirmiş; bunların büyük ölçüde Varşova Antlaşmasına dayanmalarının uluslararası hukuk kuralları olarak ele alınmalarına imkân vermediği sonucuna varmıştır[7].
SK m. 28 / 1 hükmüne göre “Türkiye’de faaliyet gösteren sigorta şirketleri, reasürans şirketleri, özel kanunlarına göre sigortacılık faaliyetinde bulunan kuruluşlar, sigorta ve reasürans aracıları, sigorta eksperlik faaliyetleri, aktüerler ve sigortacılık işlemi yapan veya sigortacılık alanında faaliyet gösteren diğer kişilerin her türlü sigortacılık işlemlerinin denetimi, Sigorta Denetleme Kurulu tarafından yapılır.” Sigorta Denetleme Kurulu, bir başkan ile sigorta denetleme uzmanları, sigorta denetleme aktüerleri ile bunların yardımcılarından oluşur.
SK ve diğer kanunların sigortacılığa, sigortaya veya sigortacılık alanında faaliyet gösteren kişi ve kuruluşlara ilişkin hükümleri gereğince Hazine Ve Maliye Bakanlığı (Hazine Müsteşarlığı)nın bağlı olduğu Bakanlığa veya Müsteşarlığa verdiği teftiş, denetim, inceleme ve soruşturma görev ve yetkileri, sigorta denetleme uzmanları, sigorta denetleme aktüerleri ve bunların yardımcıları eliyle ifa edilir ve kullanılır (SK m. 28 / 2). Sigorta Denetleme Kurulu tarafından yapılan iş, inceleme ve durum tespitidir; icrai kararları alacak olan denetim makamı, Hazine Ve Maliye Bakanlığı (Hazine Müsteşarlığı)’nın bağlı olduğu Bakanlıktır.
Mevduat sigortası, tasarruf sahipleri tarafından bankalara yatırılan mevduatın geri ödenmesini güvence altına almak amacıyla oluşturulan bir sigorta sistemidir. Mevduat sigortası sistemi, tasarruf sahiplerine mevduatının her halükarda geri ödeneceği hususunda bir güvence sağlayarak özellikle finansal panikler sonucunda bankacılık sisteminin çökmesini engellemeyi amaçlamaktadır.
Bankalardaki tasarruf mevduatı, TMSFonu tarafından sigorta edilir. Böylece, mevduat sigortası faaliyeti, devlet güvencesi altında yürütülmektedir. Mevduat sigortası, mevduat sahibi ile TMSF arasında yapılan bir sözleşmeye dayanmaz. Kanun gereği mevduat hesabının açılmasıyla birlikte otomatik olarak, kendiliğinden sigorta da yapılmış olur. Sigorta primlerini ödeme yükümlüğü, mevduat sahiplerine ait olmayıp, bankalar tarafından ödenmektedir. Bankalar, sigorta primini TMSF’ye ödemek zorundadır. TMSF, şartların oluşması halinde, mevduat sahiplerine sigorta teminatı kapsamında ödeme yapmakta ve böylece, mevduat sahipleri, sınırlı da olsa, mevduat sigortasıyla sağlanan korumadan yararlanmaktadır.
Mevduat sigortası, mevduat sahiplerine sınırlı koruma sağlar. Öncelikle, bütün mevduat sahipleri değil, gerçek kişilere ait mevduat hesapları, bunlar içinden de tasarruf mevduatı niteliği taşıyan mevduat bakımından sigorta teminatı sağlanmıştır. Ticari mevduat hesapları için mevduat sigortası koruması söz konusu değildir. Ayrıca, BDDK tarafından belirlenen sigorta limitini aşan tasarruf mevduatı da sigorta kapsamı dışında kalır. Buna göre, bir gerçek kişiye ait mevduat hesaplarının anapara ve faiz tutarları toplamının 50 milyar liraya kadar olan kısmı sigorta kapsamındadır. Sigorta, Türkiye'de faaliyet gösteren ve mevduat kabulüne yetkili bulunan bankaların yurt içi şubelerindeki mevduat bakımından hüküm ifade etmektedir.
Mevduatı Sigorta Fonu aracılığıyla sağlanan bu güvencenin gerçek anlamda bir sigorta ilişkisi doğurup doğurmadığı tartışılabilir. Borçlunun borcunu ödememesi riskine karşı alacaklı tarafından sigorta sözleşmesi yapılması mümkündür. Müşteriler tarafından bankaya yatırılan mevduattan kaynaklanan alacak hakkı, borçlunun (bankanın) ödeyememe riskine karşı TMSF tarafından sigorta edilmekte ve bankanın taahhütlerini yerine getiremediğinin tespiti üzerine fona devri sonucunda sigortaya tabi mevduat ödenmektedir. Bankalar Kanunu, açık bir şekilde mevduatın “sigorta” edileceğini öngördüğü gibi, bankalara sigorta primi ödeme yükümlülüğü de getirmiştir.
Bu açıdan, mevduat sigortası, bir tür “zorunlu sigorta” (kendiliğinden kurulan bir tür zorunlu sigorta) olarak kabul edilebilir. Sigorta ilişkisindeki taraflar dikkate alınarak, mevduat sigortası açısından bankanın sigorta ettiren, TMSF’nin sigortacı, mevduat sahibinin sigorta lehdarı olduğu söylenebilir. Banka ile TMSF arasındaki sigorta ilişkisi, kanun gereği kendiliğinden (mevduat hesabının açılmasıyla) kurulmaktadır. Bankanın prim borcunu ödememesinin yaptırımı, bankanın gecikme zammı ödemesidir, yoksa TMSF’nin sözleşmeyi feshetme olanağı yoktur. TMSF, prim borcunun ödenip ödenmediğine bakılmaksızın, sigorta limiti kapsamındaki mevduatı ödemek zorundadır.
Terim olarak aynı anlama gelmektedir. Ancak SK ve bu Kanuna dayalı Yönetmeliklerde bilgilendirme yükümlülüğü terimi tercih edilmiştir. TTK'da ise Aydınlatma Yükümlülüğü kullanılmıştır.
Kuruluş esasları ve kuruluş izni
4632 sayılı Bireysel Emeklilik Tasarruf Ve Yatırım Sistemi Kanunu
Madde 8 – Emeklilik şirketi, bu Kanuna göre kurulan ve bireysel emeklilik sisteminde faaliyet göstermek üzere bu Kanun ile ihdas edilen emeklilik branşında ruhsat almış şirketi ifade eder. Şirket, 21.12.1959 tarihli ve 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu hükümlerine göre hayat ve ferdi kaza sigortaları branşlarında da ruhsat alabilir.
[1] Can sigortaları, finansal sigortalar, mal sigortaları, kredi sigortaları, sorumluluk sigortaları, tarım sigortaları, http://www.tsb.org.tr/genel-sartlar.aspx?pageID=467
[2] 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu, Kabul Tarihi: 3 Haziran 2007, Resmi Gazete ile Neşir ve İlânı: 14 Haziran 2007 - Sayı: 26552
[3] SK m. 11/1: Sigorta sözleşmelerinin ana muhtevası, Müsteşarlıkça onaylanan ve sigorta şirketlerince aynı şekilde uygulanacak olan genel şartlara uygun olarak düzenlenir. Ancak, sigorta sözleşmelerinde işin özelliğine uygun olarak özel şartlar tesis edilebilir. Bu hususlar, sigorta sözleşmesi üzerinde ve özel şartlar başlığı altında herhangi bir yanılgıya neden olmayacak şekilde açık olarak belirtilir.
[4] Bu nitelikler “(1) müflis veya konkordato ilan etmiş olmaması; (2) bir sigorta veya reasürans şirketinin kurucusu veya ortağı olmanın gerektirdiği malî güce ve itibara sahip bulunması; (3) tasfiyeye tâbi tutulan finansal kuruluşlarda ve hakkında 20. maddenin ikinci ve üçüncü fıkrası hükümleri uygulanan şirketlerde oy hakkının ya da sermayesinin doğrudan veya dolaylı % 10 ve daha fazla bir oranda veya bu oranın altında olsa bile denetim ve yönetime etkili olabilecek şekilde denetim ve yönetim kurullarına üye belirleme imtiyazı veren pay sahibi olmaması; (4) taksirli suçlar hariç olmak üzere affa uğramış olsalar dahi süreli hapis veya sigortacılık mevzuatına aykırı hareketlerinden dolayı hapis veya birden fazla adlî para cezasına mahkûm edilmemiş yahut cezası ne olursa olsun basit ve nitelikli zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, görevi kötüye kullanma gibi yüz kızartıcı suçlar ile kaçakçılık suçları, resmî ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, terörün finansmanı Devlet sırlarını açığa vurma veya vergi kaçakçılığı suçlarından dolayı hüküm giymemiş olması; (5) tüzel kişi olması halinde bu tüzel kişinin yönetim ve denetimine sahip kişilerin, malî güç dışında kurucularda aranan diğer şartları taşıması” şeklinde belirlenmiştir.
[5] SK m. 5 / 3 hükmü uyarınca “kuruluş işlemlerini tamamlayan ve ruhsat talebinde bulunan sigorta şirketleri ile reasürans şirketleri, ödenmiş sermayelerini, ruhsat talep edilen sigorta branşları için öngörülen sermaye tutarları ile verilmek istenen teminatlara bağlı olarak, beş milyon Türk Lirasından az olmamak kaydıyla, Müsteşarlıkça belirlenecek miktara yükseltmek zorundadır (Müsteşarlık, sermaye miktarını, Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan Üretici Fiyatları Endeksi artış oranını aşmamak kaydıyla artırmaya yetkilidir.
[6] YAZICIOĞLU/ATAMER, Sigorta Ders Notu, s. 39
[7] Yeşim ATAMER, http://www.bilgi.edu.tr/site_media/uploads/files/2013/03/26/17.pdf